“Vahşetin kendisinden daha vahşi bir şekilde ortaya çıkmışlardır” diyordu, Romalı Bürokrat ve Tarihçi Jordanes..

 


“Vahşetin kendisinden daha vahşi bir şekilde ortaya çıkmışlardır”
diyordu, Romalı Bürokrat ve Tarihçi Jordanes..
Yüzleri bıçakla kesilmiş Hun akıncıları hiç durmayan atlarının üzerinde dört nala koşuyor, kendisini öldürmeye teşebbüs eden Roma'yı cezalandırmak isteyen Attila, güneşin battığı yöne, yeni bir güneş gibi doğmak için ilerliyordu..
Benzer kültürden ancak birbirinden kopuk çeşitli Cermen kavimleri Orta Asya’dan gelen Hunların boyunduruğu altına girmemek için aileleri ve tüm varlıklarıyla beraber yaşayabilecekleri yeni topraklar arayışına çıkmış ve bu arayış birçoğunu Roma imparatorluğu topraklarına sürüklemiştir..
Roma ilk göç hareketlerinin başladığı 4.yüzyılın sonlarında gücünün zirvesinde bulunmaktaydı..
Ancak, Britanya’dan Suriye’ye, Mısır’dan Ren Nehri’ne kadar uzanan Roma imparatorluğunu zor günler bekliyordu.
Binlerce yıldır Avrupa, Afrika ve Asya’nın bir kısmını demir yumruğuyla yöneten büyük Roma İmparatorluğunu derinden sarsacak olan bu akınlar, Avrupa’nın sonunda kendine Roma’sız yeni bir yol bulacağı dönemin kapısını ardına kadar aralayacaktı..
Ne Doğu ne de Batı Roma'nın surları artık korunaklı değildi..
Hun'lardan kaçan ön slavların ve batılı kavimlerin kaderi, İmparatorların kişisel hırs ve korkuları arasında çalkalanacaktı.
Uzun bir sessizliğin ardından ansızın ortaya çıkan Hun'lar, ilk karşılaştıkları Alan ve Got yerleşim bölgelerini süratle ele geçirdiler. Hun orduları ilerledikçe Cermen kavimleri domino taşlarını andırırcasına bir bir Hunların egemenliği altına giriyor, çok kısa bir süre öncesine kadar Roma’nın gölgesi altında yaşayan kavimler artık Hun liderlerin ağzından çıkacak sözlere bakıyordu. Hunlardan kaçan bazı gruplar telaş içerisinde soluğu Balkan ormanlarında almıştı. İmparatorluk, Roma’nın yaşayabilmesi için lejyonları askerlerle doldurulmalıydı. Gotlar, Franklar, Saksonlar edindikleri yiyecek karşılığı Roma ordusunda savaşmak zorundalardı, tercih şansı artık onlar açlıklarını giderebilmek için çocuklarını köle olarak satıp, karşılığında köpek eti aldıkları bir duruma düşmüşlerdi..
Büyük Kavimler Göçü başlamıştı..
Akdeniz merkezli medeniyet anlayışına sahip olan ve kendilerinden başka herkesi barbar yada köle olarak gören Romalıların, bu durdurulamayan güce, daha önce karşılaşmadıkları kültür ve savaş tekniklerine sahip Hun ve Attila'yı nasıl tanımladıklarını anlamak için görgü tanığı yada o dönemde yaşayan Romalı bazı tarihçilerin yazdıklarına bakalım..
"Azak Denizi’nin ötesindeki donmuş okyanusun etrafından gelen Hunlar oldukça vahşilerdir. Doğdukları andan hemen sonra çocuklarının yanaklarına derin yara izleri açarlar; zaman içinde çıkan sakallar bu yara izleri tarafından engellenir ve bu da büyüdükçe onlara sahip oldukları çirkinliği vermeyi sağlar. O, daha kendisi ve atlıları gelmeden hakkında çıkan korkunç söylentilerle bir şekilde tüm insanlığı dehşete düşüren, ulusları sarsmak için dünyaya gelmiş bir adamdı. Tüm toprakların belasıydı. Yürüyüşünde kibirliydi, gözleri ile etrafı gururla süzer, vücudu adeta ruhunun gücü ile hareket ederdi, gerçekten de bir savaş aşığıydı, ancak yine de bunu saklardı, öğüt verme konusunda kudretli, dua edenlere karşı nazik ve bir zamanlar korumasına alınanlara karşı yumuşak başlıydı. Kısa boylu, geniş göğüslü, geniş kafalı, gözleri küçük, sakalı ince ve serpilmişti, kökenine dair kanıtlar gösteren düz bir burnu ve esmer bir cildi vardı, yalnızca oğlu Ernak'ı gördüğünde gülümserdi " ..
(Got kökenli, Romalı bürokrat ve tarihçi Jordanes - 34-121)
"Onların yaşam tarzları okadar serttir ki,
ateşe veya mevsimlik yemeklere ihtiyaç duymazlar, tatlı yiyecek alışkanlıkları yoktur. Yabani bitkilerin kökleri ve atlarının sırtıyla kendi kalçaları arasına koyarak biraz olsun ısıttıkları her türlü hayvanın yarı çiğ etini tüketirler. Onları koruyacak binaları yoktur, geniş ormanlar ve dağlarda gezinirler, beşikten itibaren soğuğa, açlığa ve susuzluğa alışıktırlar, sadece yabancı topraklarda zor koşullar gerektirdiği takdirde bir çatı altında bulunmaya razı olurlar, normalde bunun güvenli olmadığını düşünürler. Kuyrukları uzun kürklerden yuvarlak şapka takarlar, kurt dişinden kolyeleri vardır. Bacaklarını dikilmiş keçi ve koyun derisiyle korurlar. Keten ve çeşitli hayvan derilerinden yapılmış giysiler giyerler. Dışarıda, evde giydiklerinden farklı bir giysi giymezler, bir kez boyunlarına geçirdiklerini, son parçalarına ayrılacak hale gelene kadar asla çıkarmazlar. Ayakkabıları uzun ömürlü değildir, serbest bir yürüyüşte dâhi yürümelerini engelleyecek kadar şekilsizdir. Bu nedenle piyade savaşlarına pek uygun değiller. Neredeyse her zaman at sırtındadırlar. Atları olağanüstü bir şekilde dayanıklıdır, bazen daha rahat olmak için atlarına kadınlar gibi yan oturarak günlük işlerini görürler. Şekilsiz ama güçlü atlarına sımsıkı bağlıdırlar. Alışveriş, yeme-içme hepsi gece gündüz at sırtında yapılır. Derin ve rüya dolu bir uykunun tadını da atlarının dar boyunlarına başlarını yaslayarak çıkarırlar. En önemli meselelerini de at üstünde görüşürler. Bir kralın yetkisi altında değiller, bir araya geldikleri konseylerde seçtikleri liderlerinin düzensiz hükümeti ile yetiniyorlar ve onun önderliğinde tüm engelleri aşmayı başarabiliyorlar. Her zaman kendilerini kışkırtarak aralarında kavga ederler ama savaşa girdiklerinde sağlam bir vücut olurlar ve birlikte uğultulu şekilde haykırırlar. Operasyonlarında çok hızlılar, tüm hızları aşıyorlar ve düşmanlarını şaşırtmayı seviyorlar. Bir bakışta heryere birdenbire dağılırlar, sonra yeniden birleşirler ve düşmana büyük bir zarar verdikten sonra kendilerini düzensiz şekilde bütün düzlüğe dağıtırlar, her hangi bir kalenin içinde saklanmazlar. Bir çok açıdan, onları tüm savaşçılar arasında en korkunçları ilan edebilirsiniz, çünkü belli bir mesafeden, alışılagelmiş cirit uçları yerine sivriltilmiş kemik uçları olan çeşitli türden oklar kullandıklarında karşılarında kılıçla savaşanların ölmekten başka yapabileceği bir şey yoktur. Kendi güvenliklerine aldırış etmeden savaşırlar. Falcılara (şaman) inanır birçok konuyu onlara danışırlar. Hiçbiri saban sürmez, hatta bir sabana dokunmazlar, tarlada çalışmak nedir bilmezler, yerleşik bir meskenleri olmadığı için, evsiz ve kanunsuz oldukları için, eve benzettileri arabaları ile sürekli dolaşıyorlar. Savaş öncesi, sonrası devamlı ve her zaman hareket halindeki insanlar gibi görünüyorlar. Eşleri bu arabalarda yaşıyorlar ve orada sefil giysilerini örüyorlar, kocalarıyla da burada yatıyorlar, çocuklarını ergenlik çağına gelince evden çıkarıyorlar. Göçebelerin herhangi birinin nerede gebe kaldığını, nerede doğurduğunu bilmesinin imkanı yok, hal böyle iken, ben burada doğdum ve burada büyüdüm diyen yoktur"..
(Ammianus Marcellinu)
"Kötü giden Katalon savaşı sırasında Attila Hun'larına şöyle bağırıyordu;
En görkemli ulusları ve dünyayı dize getirdikten sonra işte buradayız! Bu yüzden sanki siz yeni askerlermişsiniz gibi çoşkulu sözlerle savaşa teşvik etmeyi uygun görmüyorum..
Bırakalım bunları yeni bir orduya komuta eden yeni liderler yapsın. Bilindik şeyler söylemek ne bana göredir, ne de onları dinlemek size göre.. Savaş biz Hun'ların herzamanki geleneği değil de nedir!..
Söyleyin bana, cesur bir adam için kendi elleriyle intikam almaktan daha tatlı ne olabilir.. Doğanın insanı öç duygusuyla doldurması doğanın bir kanunudur !..
Son olarak, talih eğer bu savaşta bizden yana değilse neden Hunları bu kadar ulusa karşı muzaffer kılmıştır!..
Düşmana ilk oku ben fırlatacağım!
Mızrağımla zırhlarını ilk ben yaracağım!
Eğer biriniz, Tanrı'nın yerdeki gücü olan ben Attila'nın savaştığı yerde geri durursa, biliniz ki artık, o da ölüdür!..
(Getica 39, 202-206)
"Doğu'nun başkenti Konstantinopolis'ten yola çıkan heyet, Attila'nın kampına vardıkları gün çadır kurmak istediler, ancak seçtikleri yer Attila'nın çadırının bulunduğu yerin daha yükseğinde olduğundan Hun'lar buna izin vermemişti. Çünkü Hun'lara göre, Attilâ Tanrı'nın yeryüzündeki yetkisini taşıyordu ve basit bir heyetin bu yetkiyi taşıyan kişiden daha yükseğe çadır kurması uygun görülemezdi. Attila'yı Tanrı'nın yeryüzündeki kılıcı olduğundan daha öte görenler de vardı..
Hunların boyunduruğu altında bulunan Akatirler, Attila'yı Tanrı ile eş tutuyorlardı, çünkü liderlerinden Kuridakhus birgün Attila ile görüşmesi gerektiğinde ' Eğer insan güneşe bakamazsa Tanrıların en büyüğüne nasıl bakar ' demişti.."
(Pircius / Attila ve Doğu Roma)
" Attila, Hun'lar tarafından Tanrı olarak görülmüyordu, onların inandığı Tanrı'ları vardı ama adeta Tanrı'dan gelmişçesine kabul gören bir güce sahipti. Farkı anlamak için Perslerin krallarını ve Romalıların imparatorlarını nasıl gördükleriyle karşılaştırılabilir.."
(Maenchen-Helfen / Attila)


Yorumlar

Popüler Yayınlar